30 Temmuz 2010 Cuma

yalnızlığımız...

...eksik yanını görene dek ondan habersizce yaşarsın. Uzun yıllar kendi kendine yeter bir eda ile kâh gezer, kâh eğlenir, kâh hayattan kâm alırsın. Sonra bir gün hiç olmadık bir yerde, hiç umulmadık bir vakitte karşına çıkar; "eksik yanın".
Tanımıyorsundur, ama sanki geçmişinde vardır. O an garip ve soğuk bir sızı hissedersin...geçen onca zaman içinde aslında yalnız olduğunu farkettiğin andır o an, eksik yanını gördüğün andır o an. "meğer hep yalnızmışım, meğer hep kendimi kandırmışım" diye hayıflandığın andır o an.
...artık yalnızsındır, daha doğrusu yalnızlığının farkına varmışsındır. O duyguyu tattığın an geçmişteki tüm kahkahaların, gülüşlerin, mutlulukların gelir aklına. O duyguyu tattığın an güzel olan tüm izler matlaşır gönlünde. Ardından "madem ki sen yoktun, madem ki sensizdi" der ve sineni derin nefeslere teslim edersin...edersin ama artık hiçbir nefes tam dolduramaz ciğerlerini, hep eksik kalır, hep yarım kalır. Çünkü eksik yanını bulduysan, vuslata giden akrep çarkı tik tak der, zaman kayıplar hanesine meyleder, ellerin çabucak kirişte, gözlerin çabucak yollarda olur. Evinde olan ama hiç de bilmediğin bir oda kapısı bulmuşcasına heyecan ve merakla sana ait olanı istersin...istersin ama istemek sahip olmak için yeterli olmayacak...
Bu mücadelenin sonunda ya yalnızlığını giderecek ya da "keşke hiç bilmeseydim, görmeseydim" iç çekişleri ile, bir daha asla önceki "sen" gibi olamayacağın hayata girmiş bulunacaksın...
Bilinmeyen yalnızlık; bir yanım, bir parçam, terket beni dediğim, bekledikçe ağırlaşan bir yanım...yalnızlığım.


Hanau
Mayıs 2008

28 Ocak 2010 Perşembe

Hasb-i Hal

Başka bir diyar, başka bir memleket, aynı ben.
Frankfurt gecesinin perdesi kapanmak bilmiyor bir türlü. Oysa her şeyi hazırlamış, sadece gözlerini kapatıp uyuması gereken, ruhumun içinde kaldığı bir beden var yanı başımda.
Kendimi bildim bileli mutlu anlarımda yaşı büyük bir adam, mutsuz anlarımda da çaresiz bir çocuk oluveriyorum. Oysa tersi olmalıydı. Çaresizken mutlu olmak hediye gibidir, güçlü iken sorunlar çözülmesi daha kolay olur. Maalesef tam doyumluk tatlara yer yok bu alemde…

Frankfurt
Ocak 2010

Sen

Sen… nasıl bir yerde, nasıl bir zamanda ve nasıl bir halde bulmuştum ben seni. Ben kimdim o zamanlarda, neyi arıyordum acaba…

Sevda için değişmeyi anlayamayacak sen… çiçekler güneşe döner iken, tüm renkler, tüm varlık etrafı için halden hale girer iken, değişmeyi “bir kayıp” sayabilen sen… aslında karşı koyduğun şey değişmek değil, değişmeyi bir yenilme, bir kaybediş olarak değerlendirmendi. Şimdi kazandın… olmayan bir savaşın hiç kazanmamış galip savaşçısı oldun.

Dortmund
Ocak 2010

27 Ocak 2010 Çarşamba

Affetmek

Tanımlamalardan, tariflerden, açıklamalardan ve anladığım her şeyden artık bıktım. Bıktım usandım kendimi kendime izah etmekten…
…..
İstanbul’un üşütmeyen soğuğunda, Aksaray’ın kalabalıkları arasında sessizlik dolu bir kafenin üst katında yalnız başıma oturuyorum. Etrafıma, insanlara ve kendime bakıyorum. Herkesin peşinde olduğu bir şeyler var. Herkes ayrı bir dünya. Oysa benim yaşantımda sadece birer aksesuar değerindeler.
İçimde zapt edemediğim bir yargılama arzusu, kendi özüme karşı bir şiddet ve affedememezlik var. Neden ve nerede ve hangi hataları yaptım. Yaşamak bu kadar zor olmamalı, bir tebessüm sıcaklığında tüm dertleri unutmak kadar kolay olmalı oysa. Şartlanmaksızın, sebepsizce mutlu olabilmeli insan. Bedel ödemeden ve bedel ödeme korkusu olmadan mutlu olabilmeli.
Kin güttüğüm tüm neden ve nesneler geliyor aklıma. Günün tüm hareketli anlarında sırtımda bir yük olan şeyler. Yürürken kaldırım desenlerinde, durduğumda uzaklaşan bulanık bakışlarımda ve tanımadık tüm simalarda… affetmek…
Bir iç mücadele, gönlümün bir yanı hep affetmek istiyor. Sonra kendi kendimle olan bir savaş başlıyor. Mantık, affetmemek için bir sürü gerekçeler sunuyor beynimin bir yerlerine. Amaç affetmenin vereceği huzuru baltalamaktır belki de. Nedense hep böyle acı çekmekten bir başka mutluluk duyuyorum. Buna da mutluluk denirse eğer…
Aslında senin dediğinin tam tersi hakim bende. Duygularımdan çok mantığım yönetiyor beni. Kendi kendimle olan savaşın galibi yine kendim olacağım halde tercihlerimde duygularıma değil de mantığıma öncelik tanıyorum. Böylesi bir affetmek ve cezalandırmak çelişkisi düştü mü aklına affetmiştir çoktan, ama itiraf edememiştir. Kendi kendini kandırmanın bir başka yoludur bu da. Keşke, evet keşke duygularımı özgür bırakabilsem, kendi haline bırakabilsem.
İstediğini yapan bir gönül sahibi olamamak ne acı bir dramdır. Ne var ki, düşünmeden sadece sevmeyi, affetmeyi beceremiyorum. Dışarıda bir dünya, içimde bir başka dünya. Ya her şey yalan içimden geçenlerin dışında, ya da her şey gerçek içimdekinden başka. Neyse, şimdi gitmem gerek…

Ocak 2010
İstanbul

2 Aralık 2009 Çarşamba

Saç Teli



Bugün, sanki bir şeyleri tamamlamış bir eda ile eşyalarımı düzenlerken parmaklarım bir saç teline ilişti. Avuçlarıma aldım, inceledim, tanıdım. Son gecemde bir tuzak gibi kıskıvrak yakalandım, çelikten parmaklıklardan daha güçlü o saç telinle.  
Artık duygularımı paylaşmaktan da korkar bir halde savunmasız ve haksız bir tavır takındım kendime. Fakat yine dayanamadım yazdım halimi. Yazılarımdan ve duygularımdan -tıpkı eskisi gibi- beklentilerim olmadığı sonucuna vardığından eminim.
Başına gelenin ne olduğunu bilmek rahatlatır… ve avcısını tanıyan av daha güvendedir. Duygular bazen avcı olur mantığını kovalar, bazen av olur ve kaçar.
Şu bir gerçek ki; anı yaşamak -hele güzelse- bütün bir hayatı yaşamak kadar güzel,
...ve anı yakalamak acı gerçekleri yalan kılmak kadar güzel.
...ve o anı saklamak yeniden yaşamak kadar güzel...


 2006 -  Stuttgart