...eksik yanını görene dek ondan habersizce yaşarsın. Uzun yıllar kendi kendine yeter bir eda ile kâh gezer, kâh eğlenir, kâh hayattan kâm alırsın. Sonra bir gün hiç olmadık bir yerde, hiç umulmadık bir vakitte karşına çıkar; "eksik yanın".
Tanımıyorsundur, ama sanki geçmişinde vardır. O an garip ve soğuk bir sızı hissedersin...geçen onca zaman içinde aslında yalnız olduğunu farkettiğin andır o an, eksik yanını gördüğün andır o an. "meğer hep yalnızmışım, meğer hep kendimi kandırmışım" diye hayıflandığın andır o an.
...artık yalnızsındır, daha doğrusu yalnızlığının farkına varmışsındır. O duyguyu tattığın an geçmişteki tüm kahkahaların, gülüşlerin, mutlulukların gelir aklına. O duyguyu tattığın an güzel olan tüm izler matlaşır gönlünde. Ardından "madem ki sen yoktun, madem ki sensizdi" der ve sineni derin nefeslere teslim edersin...edersin ama artık hiçbir nefes tam dolduramaz ciğerlerini, hep eksik kalır, hep yarım kalır. Çünkü eksik yanını bulduysan, vuslata giden akrep çarkı tik tak der, zaman kayıplar hanesine meyleder, ellerin çabucak kirişte, gözlerin çabucak yollarda olur. Evinde olan ama hiç de bilmediğin bir oda kapısı bulmuşcasına heyecan ve merakla sana ait olanı istersin...istersin ama istemek sahip olmak için yeterli olmayacak...
Bu mücadelenin sonunda ya yalnızlığını giderecek ya da "keşke hiç bilmeseydim, görmeseydim" iç çekişleri ile, bir daha asla önceki "sen" gibi olamayacağın hayata girmiş bulunacaksın...
Bilinmeyen yalnızlık; bir yanım, bir parçam, terket beni dediğim, bekledikçe ağırlaşan bir yanım...yalnızlığım.
Hanau
Mayıs 2008